Nano-Influencer pazarlama nedir?

Influencer pazarlama nedir? Nano-Influencer kime denir? Teamfluencer'ı kimler kullanabilir? Tüm bu sorular üzerine keyifli bir sohbet gerçekleştirdik.
RADAAR: Herkese merhaba. Dijital pazarlama profesyonelleriyle yürüttükleri çalışmalar hakkında konuştuğumuz RADAAR: Talks’a hoşgeldiniz. Ben RADAAR’dan Ayşegül. Bugünkü konuğumuz Teamfluencer kurucu ortağı Dilara Bostancıoğlu. Hoş geldiniz Dilara Hanım. Nasılsınız?

Dilara Bostancıoğlu: Hoş bulduk, iyiyim. Teşekkür ederim. Siz nasılsınız?

RADAAR: Bizler de iyiyiz teşekkürler. Öncelikle bizi kırmayıp RADAAR: Talks’a misafir olduğunuz için çok teşekkür ederiz. Teamfluencer’ı konuşacağız ama ilk olarak biraz sizden bahsedelim istiyoruz. Nereden mezun oldunuz? Eğitim hayatınız nasıl geçti? Teamfluencer’dan önce neler yaptınız?

Dilara Bostancıoğlu: Ben Dilara. 20 yaşındayım. Kabataş Erkek Lisesi’nden geçen sene mezun oldum. Şu an Boğaziçi Üniversitesi’ndeyim. Yaklaşık 3-4 yıldır da girişimcilik ekosisteminin içindeyim, liseden beri. Erken yaşta başladım aslında.

RADAAR: Peki Teamfluencer’ı merak ediyorum doğrusu. Teamfluencer tam olarak nedir? Ne yapar?

Dilara Bostancıoğlu: Teamfluencer bir nano-influencer marketing platformu. Nano-influencer dediğimiz kişiler de aslında sosyal medyada diğer bildiğimiz büyük influencer’ların aksine çok fazla takipçisi olmayan, aktif bir şekilde sosyal medyayı kullanan gerçek insanlar. Biz nano-influencer’ları, yani bu gerçek kişileri, yüzlerce kişilik gruplar halinde bir araya getiriyoruz ve markalar için paylaşım yapmasını sağlıyoruz. Yani aslında 100’den fazla sıradan insan bir marka için paylaşım yapıyor. Kendi deneyimlerini aktarıyor kendi arkadaş çevresine. Bu şekilde de markaları sosyal medyada doğal bir şekilde viral yapıyoruz.

RADAAR: Peki, Teamfluencer fikri nasıl ortaya çıktı? Yani siz nasıl bir ihtiyaç gördünüz?

Dilara Bostancıoğlu: Teamfluencer’dan önce başka bir start-up’ımız vardı bizim Sponsor diye. Sponsor arayan etkinliklerle sponsor alabilecek markaları bir araya getiriyordu. Sponsor’u yaparken bizim büyük bir marka network’ümüz oluştu; çünkü sürekli görüşüyorduk markalarla bu pazarlama konusunda. Hem de bir yandan öğrenci kulüpleriyle çok işbirliğimiz olduğu için bir öğrenci community’miz de oluştu. Sonra biz aslında markaların sponsordan ziyade daha gerçek bir pazarlama yöntemine ihtiyacı olduğunu fark ettik; çünkü bir yandan da şeyi fark ediyoruz sürekli bu büyük influencer’lar link kaydırıyorlar, sürekli reklam paylaşıyorlar. Artık o samimiyetini yitirdi. Aslında Influencer Marketing yeni çıkan bir yöntem olmasına rağmen samimiyetini de hızlı bir şekilde yitirmeye başlıyordu. Biz de dedik ki aslında biz de hepimiz, kendi arkadaş çevremizde bir influencer’ız. Herkes bir influencer olabilir. Bu yüzden de Teamfluencer’ı ortaya çıkardık ve ilk müşterimiz de Pepsi’ydi. O da biraz sürpriz oldu bize. Çünkü biz Sponsor için Pepsi’yle görüşmeye gitmiştik. Teamfluencer daha sadece bir fikirdi. Teamfluencer’la ilgili bir şey yapmamıştık; ama sunuma bir sayfa olarak eklemiştik Teamfluencer’ı. Pepsi çok beğendi Teamfluencer fikrini. Sonra biz o gün direkt başladık Teamfluencer için çalışmaya. Pepsi bize 50 koli Pepsi verdi. Biz 50 kişiye paylaştırdık. Pepsi’den sonra diğer markalara da referans oldu. O yüzden çok hızlı bir şekilde başladık ve hem kullanıcı tarafı sevdi hem müşteriler sevdi. O yüzden iyi bir şekilde devam ediyoruz.

RADAAR: Evet, çok güzel. Peki nano-influencer’ların bildiğimiz influencer’lardan farkları neler? Yani nerede tam olarak ayrışıyorlar birbirlerinden?

Dilara Bostancıoğlu: Nano-influencer’lar sosyal medya hesaplarında 500 ile 10.000 arası takipçiye sahip kişiler. Bildiğimiz influencer’lar, daha çok mikro-influencer’lar 10.000-100.000 arası takipçiye sahip. Makro-influencer’lar 100.000’den fazla takipçiye sahip. Ama nano-influencer’ın farkı bu bahsettiğimiz büyük influencer’ların aslında ulaştıkları insanların çok dağınık hedef kitlelerden oluşması ve paylaşan influencer’la çok ortak bir yönünün olmaması. Ama nano-influencer’da tam tersi. Çünkü ben bir şey paylaşıyorsam benim hitap ettiğim kesim benim arkadaş çevrem ve gerçekten bana benzeyen kişiler, benzer alışkanlıklarımız olan kişiler ve bu şekilde markalar aslında daha spesifik kitlelere nano-influencer’lar aracılığıyla ulaşabiliyorlar. Örneğin; bir marka bizden şöyle bir segmentasyon istediğinde “Ben 18-24 yaş arası İstanbul’da şu bölgede oturan kişiler istiyorum” dediğinde nano-influencer paylaştığında aslında direkt olarak o kitleye hitap edebiliyor. Aynı zamanda paylaştıkları içerikler reklam algısı oluşturmuyor. Kendisinin gerçekten memnun kalıp arkadaşlarına tavsiye ettiği şeyleri paylaşıyor ki böylelikle insanlar bir reklam gördüğünde o reklamı atlayıp geçiyorlar; ama kendi arkadaşı paylaştığında gerçekten ciddiye alıyorlar ve güveniyorlar onun tavsiyelerine.

RADAAR: Evet. Peki markalar ne zaman veya neden nano-influencer’larla çalışmayı tercih etmeli sizce?

Dilara Bostancıoğlu: Markalar aslında bence her zaman nano-influencer’larla çalışabilirler çünkü dediğim gibi asıl markalaşmak istediği hedef kitleye direkt hitap etmesini sağlıyor. Bizim markalarla en çok çalıştığımız konular, daha çok markaların kampanya dönemlerinde çalışıyoruz, yeni ürün lansmanında çalışıyoruz, bir duyurusu olduğunda çalışıyoruz. Çok farklı türlerde markalarla da çalışabiliyoruz. O yüzden aslında nano-influencer her marka için ideal olabilecek bir yöntem diyebilirim.

RADAAR: Bu noktada Teamfluencer’ı markalar nasıl kullanabiliyor?

Dilara Bostancıoğlu: Şu an markalar bize websitemizden brief vererek ulaşıyorlar veya bize mail atarak ulaşıyorlar. Veya biz markalara ulaşıyoruz. Bir görüşme gerçekleştiriyoruz. İletişim bizim üzerimizden yürüyor. Operasyon süreci de bizim üzerimizden yürüyor. Ben direkt nasıl çalıştığımızı anlatayım; ama bu değişecek. Birkaç hafta içinde biz tamamen bir platform çıkaracağız. Hem markalar için online bir web platformu olacak. Markalar kendi kampanya süreçlerini kendileri yönetecekler. Kendi başvurularını kendileri alacaklar. Nano-influencer’lar da mobil uygulamamızdan kaydolup kendilerine uygun kampanyalara katılabilecekler. Bu sonraki seviyesi; ama şu an nasıl çalıştığımızı anlatayım. Marka ulaşmak istediği kitleyi ve büyüklüğünü söylüyor. Ona göre kaç kişinin paylaşacağını, hangi segmentteki kişilerin paylaşacağını belirliyoruz. Onlara bir liste gönderiyoruz, influencer listesi. Kendileri herkesi tek tek kontrol edip onay veya ret verebilirler. O listeyi revize edebilirler. Ve paylaşılacak platformu belirliyoruz. Bu Instagram olabilir, Twitter, TikTok, Linkedin… Şu an her mecrada paylaşım yapabiliyoruz. Ve paylaşılacak içerikleri de kontrol ediyorlar. İçerikler paylaşıldıktan sonra da detaylı bir rapor sunuyoruz. Çalışma şeklimiz bu şekilde.

RADAAR: Anladım. Markalar bu çalışmayla neler hedeflemeli? Nasıl bir dönüş beklemeleri gerek?

Dilara Bostancıoğlu: Biz genellikle büyük markalarla çalışıyoruz. Kurumsal markalarla çalışıyoruz. O yüzden onlar daha çok bilinirlik üzerine çalışıyorlar ve zaten diğer influencer çeşitleriyle, makro-influencer da kullanıyorlar, mikro-influencer da kullanıyorlar ve nano-influencer kullanarak aslında “boostluyorlar” kendi kampanyalarını. Bilinirlik üzerine çalışabiliyoruz. Start-up’larla çalışırsak, start-up’ların pazarlama bütçesi daha sınırlı oluyor tabii. O yüzden geri dönüşünü çok önemsiyorlar ve büyük bir verim bekliyorlar. Biz zaten tamamen geri dönüşü üzerine çalışıyoruz. Yani Return Of Investment’a (ROI) çok önem veriyoruz. Ki o yüzden biz markalara hep nano-influencer’ları tavsiye ediyoruz çünkü etkileşim oranı daha yüksek diğer influencer’lara göre. Eğer performans ölçmek isterlerse markalar bizimle bir link paylaşıyorlar. Paylaşan kişi bu linki paylaşımına ekliyor. Instagram’dan Swipe Up yapıyor ya da “Linki bio’ma ekledim” diyor. Bir şekilde o linke yönlendiriyoruz biz ve linkten de dönüşüm oranları, kaç kişinin uygulamanıza ya da sitenize kaydolduğu gibi birçok şeyi ölçebiliyorsunuz.

RADAAR: Markalar ile yaptığınız çalışmalardan verebileceğiniz bir başarı hikayeniz var mı?

Dilara Bostancıoğlu: Tabii ki var. Bir, Pepsi’yle ilgili örnek verebilirim. Bir de daha yeni yaptığımız bir iki TikTok çalışmasının örneğini verebilirim. Karantina sürecinde Pepsi bir ev konseri düzenliyordu Youtube üzerinden. Biz son günde karar verdik böyle bir çalışma yapacağımıza. Son bir saat içinde tam sosyal medyadan 112 kişiye bu ev konserini paylaştırdık. İkisi makro-influencer’dı, on tanesi mikro-influencer’dı, yüz tanesi nano-influencer’dı. Ve tam bir saat içinde bu paylaşım operasyonunu planladık. Çünkü bir şey paylaşıldığında ilk iki saat içinde en çok etkileşimi ve yönlendirmeyi alıyor. Bu kampanya sonucunda 3.8 milyonluk bir erişim elde ettik. Bizim için çok başarılı bir kampanyaydı, hem de marka için. Aynı zamanda son zamanlarda yaptığımız Doping Hafıza diye üniversite sınavına hazırlanan gençler için olan bir uygulama var. Onun tanıtımını yaptık ve Doping de her mecrayı deniyor sosyal medyada. TikTok üzerinden çalışalım dedik bu sefer. 7 tane TikToker belirledik gerçekten üniversite sınavına hazırlanan kişiler ve takipçisi de o kitleye uygun olan kişiler. 7 kişi TikTok hesabından Doping Hafıza ile ilgili paylaştım yaptı ve toplamda 1.5 milyonluk bir görüntülenme elde ettik. Bu da aslında TikTok’un ne kadar potansiyeli olan, yükselen bir mecra olduğunu da kanıtlıyor. Bu şekilde diyebilirim. Ama zaten bizim her çalışmamız birbirinden farklı olduğu için… Mesela bazıları ev hanımı kitlesine hitap ediyor, bazıları araba kullanan erkeklere… O yüzden her kategoride çok farklı çalışmalar yapıyoruz ve bizim içerik üreten influencer’ımız da çok güzel içerikler üretiyorlar kendi dillerinde, samimiyetle ve özgün bir şekilde.

RADAAR: Çok güzel. Malum günümüzde neredeyse artık herkes birer influencer. Bir marka influencer ile iş yapmadan önce sizce nelere dikkat etmeli?

Dilara Bostancıoğlu: Bence bazı markalar influencer konusunda biraz yeniliğe açıklar, Influencer Marketing yapıyorlar; ama biraz da tutucu davranabiliyorlar. Özellikle bence influencer’ı en iyi tanıyan kişi onun takipçileri olduğu için bir paylaşım yapmadan önce çok da brief’lere boğmamak gerekiyor influencer’ları. Tabii ki değinmesi ve değinmemesi gereken şeyleri marka söyleyebilir. O çok doğal ama onun dışında yapacakları paylaşıma bence çok da karışılmaması her zaman daha sağlıklı bir sonuç olmasını sağlıyor. Çünkü zaten en iyi iletişimi kuran kendi takipçileriyle o influencer. O yüzden paylaşacakları içeriklerde çok fazla onların kendi çerçevelerinden çıkılmaması gerekiyor bence.

RADAAR: Peki siz şahsi olarak influencer popülasyonunu nasıl görüyorsunuz? Sizce herkes bir influencer olabilir mi gerçekten?

Dilara Bostancıoğlu: Aslında Teamfluencer’ı ortaya çıkarmamızın sebebi bizim ekibimizin şahsi olarak bu konudaki düşünceleriydi. Ben zaten influencer’ları takip ediyordum her zaman; ama fark ettim ki gerçekten artık reklam görmek o kişiye olan güvenini. Artık çok fazla reklam paylaştığını görüyorsun ve bir yerden sonra fark ediyorsun ki aslında bir gün bir markayı paylaşıyor, öteki hafta onun rakibi olan markayı da paylaşıyor. O zaman tüm inandırıcılığı kayboluyor. O yüzden nano-influencer bana tabii ki daha doğal geliyor. Nano-influencer kısmında da gerçekten paylaşan kişinin profilinin reklam panosu gibi olmaması gerekiyor bence. Biz ona baya dikkat ediyoruz. Bir kişi bir ay içinde birden fazla reklam paylaşmıyor genellikle bizde de. Çünkü o zaman zaten arkadaşlarına olan samimiyeti ve inandırıcılığı da kaybolacak. Nano-influencer’ın gerçekten onu deneyimleyip kendi düşüncelerini paylaşması gerekiyor bence tüm şeffaflığıyla. Ama ben zaten nano-influencer’a inanıyorum ve bu pazarın da nano-influencer’lar aracılığıyla büyüyeceğine inanıyorum. Ve tabii ki herkes kendi çevresinde influencer olabilir. Herkes olamasa bile bildiğimiz birçok kişi vardır kendi arkadaş grubumuzda bizi “influence” eden ya da herkesin “influence” edebileceği farklı özellikleri vardır. O yüzden ben herkesin olabileceğine inanıyorum.

RADAAR: Tabii bu kadar popülerleşince tabiri caizse sahte takipçili influencer’lar ile de karşılaşabiliyoruz artık. Bu noktada nelere dikkat etmeli kendilerini ayrıştırmak için?

Dilara Bostancıoğlu: Sahte takipçili influencer’lar aslında zaten profiline baktığınızda, onun takipçisiyle aldığı beğeni sayısının oranına ya da story’sinin izlenme oranına baktığınızda direkt sahte takipçi oranını anlayabilirsiniz. Bunun için farklı “toollar” da oluyor zaten. Biz WorkUp Girişimcilik Programı’ndaydık. Orada FakeFind diye bir start-up da vardı. O direkt bu işi yapan bir start-up. Bir kişinin ne kadar “fake” takipçisi olduğunu analiz eden… Onun dışında bu riski en aza indirmek için yine nano-influencer’ları önerebilirim; çünkü takipçi kitlesi kendi arkadaş çevresi. Zaten “fake” takipçilere kimse izin vermiyor, istemiyor takip etmesini.

RADAAR: Peki siz Teamfluencer’da influencer’larla olan iş birliklerinizde en çok neye önem veriyorsunuz? En dikkat ettiğiniz temel konu ne?

Dilara Bostancıoğlu: İlk başta biz bir “community” olarak kurulduğumuz için, gerçekten bir öğrenci topluluğu olarak kurulduk biz başta. WhatsApp grupları kurmuştuk en başta okulların kendi temsilciliklerinin olduğu ve iletişimimiz onlarla çok kuvvetliydi, samimiydi. Bizim büyümemizi sağlayan en büyük şey bizim o “community” ruhumuz. Hala devam ediyor. Biz platform çıkarsak bile, ki bir uygulama çıkardık daha önce, tekrar çıkaracağız. WhatsApp gruplarımızın iletişimi hala devam ediyordu. Biz o yüzden influencer’larımızla gerçekten aramızda güven olmasına dikkat ediyoruz ki sonuçta büyük markalarla çalışıyoruz. Bizi zor durumda da bırakmamaları gerekiyor. Hem de biz zaten içeriye herkesi almıyoruz. Önce bir eleme süzgecinden geçiyorlar. Ona göre uygun bulduğumuz, gerçekten kaliteli olduğuna inandığımız, kaliteli içerik üreten profilleri alıyoruz. En önem verdiğimiz şey güven diyebilirim.

RADAAR: Peki markalarla influencer’ları bir araya getirirken uyumlarına nasıl karar veriyorsunuz? Neye göre tam olarak seçiyorsunuz bunları?

Dilara Bostancıoğlu: Markalardan biz önce bir hedef kitle istiyoruz, bu bahsettiğim segmentasyonu. Yaş aralığı, cinsiyet, yaşadığı yer, ilgi alanı gibi özellikleri markadan öğrendiğimizde biz bir duyuru yapıyoruz. Şimdi uygulama çıkardığımızda direkt o uygulamada yazacak uygun olan profiller. Zaten kaydolurken bilgilerini doldurdukları için uygun olmayan profiller başvuramayacak kampanyaya. Ama bizim şu an yaptığımız manuel yöntemde de duyuru aldıktan sonra insanlara form atıyoruz. Formda da zaten en uygun olan kişileri seçtikten sonra markaya gönderiyoruz.

RADAAR: Peki bazen çok sponsorlu olduğu belli olan ama değilmiş gibi gözüken içeriklere denk geliyoruz. Hatta bu ara çok fazla oluyor bu. Bu noktada siz ne düşünüyorsunuz? Yani markayla iş birliğinin belli olması mı daha iyi yoksa olmaması mı?

Dilara Bostancıoğlu: O konuda yine nano-influencer’ları savunacağım çok fazla inandığım için. Nano-influencer’lar da sonuçta iş birliği olduğu belli ama belli değil gibi de duruyor; çünkü onu insanların gözünün içine sokmuyoruz. Yine Pepsi örneğini vereceğim. Pepsi’yle yaptığımız ilk çalışmada Pepsi’nin bizden istediği, hiçbir şekilde insanlar Pepsi’yi etiketlemesin. Sadece, örneğin ders çalışırken, arkadaşlarıyla otururken masada bir yerde Pepsi olsun hani günlük hayatında zaten içtiği için. Bu şekilde insanların gözüne çok sokmadan yapılan reklamları ben ve bizim ekibimiz daha çok beğeniyor ve tercih ediyoruz. Ama yine de markayla anlaşması belli olsa da o şeffaflık konusu çok önemli. Gerçekten beğenmediğin bir şeyi tavsiye etmemen gerekiyor. O konuda yine şeffaflığı savunuyorum yani.

RADAAR: Teamfluencer olarak siz kendi dijital pazarlamanızda veya sosyal medyanızda nasıl bir strateji izliyorsunuz? Yani bu stratejiyle günün sonunda neyi hedefliyorsunuz?

Dilara Bostancıoğlu: Biz ilk çıkardığımızda dediğim gibi öğrencilerle WhatsApp grupları kurduğumuz için aslında hiçbir pazarlama yapmadık ayrıca. Yani reklam vermedik ve insanlar kendi arkadaşlarını davet ederek büyüdü aslında. “Community”miz böyle büyüdü. İnsanlar kendi çevrelerini davet etti. Biz okullarda etkinliklere gittik, standlar açtık Teamfluencer’ı tanıtmak için çünkü öğrenciler aslında çok aktif bir şekilde kullandıkları için sosyal medyayı başta o “community” çok etkili oldu. Sonrasında Instagram hesabından da yayılmaya başladı. Yine reklam vermedik hiçbir şekilde. Çünkü zaten biz o reklama inanmıyoruz. En etkili yöntemin bu olduğunu düşünüyoruz. Sonra biz bir mobil uygulama çıkardık Teamfluencer için. 6 ay kadar kaldı uygulama Store’larda. 6 ay içinde hiçbir ekstra influencer için reklam vermeden 20 bin kullanıcıya ulaştık. Tabii uygulamayı son anda kapamamızın sebebini de anlatayım. Bir gün TikTok’tan biri, bizim bir kullanıcımız bizi paylaşan bir TikTok atıyor. “İnternetten nasıl para kazanılır sosyal medya paylaşımı yaparak?” diye. 400.000 kişi izliyor TikTok’u. Bir günde biz 5 bin indirme alıyoruz. Uygulama çöküyor artık ve App Store’da da Trendlerde 9. Sıraya yükseldik o arada. Çok mutluyuz ama bir yandan da kullanıcı geldikçe hem ona yetecek kampanya yoktu o sırada hem de bizim database’imiz de bize masraf yazmaya başlıyor. Geri dönüşü de olmadığı için biz artık uygulamayı kapatalım dedik yükselmesine rağmen. Bir gün çünkü 15. Oldu, 12. Oldu, 9. Oldu, daha da yükseliyordu ama kapatmak zorunda kaldık. Aslında şunu fark ettim: Teamfluencer’ın gerçekten doğru bir pazarlama yöntemi olduğunu. Biz bunun için hiçbir bütçe harcamadan Teamfluencer’ın kendi üyeleri aslında Teamfluencer’ı tanıtarak viral olmasını sağladılar. Yani Teamfluencer kısmında biz özellikle ayrı bir dijital pazarlama yapmıyoruz. Teamfluencer’ın kendisini kullanıyoruz. Hatta uygulamada bizim ilk çıkan kampanyamız da uygulamaya kaydolan kişiler Teamfluencer’ı tanıtan bir story atıyorlardı. Yani aslında kendi içimizde bu yöntemi uyguladık. Ama marka kısmında farklı. Marka kısmında Google Ads veriyoruz; çünkü bizim hedef kitlemize uygun olan markaların, pazarlama yöneticilerinin, dijital pazarlama uzmanlarının bizi Google’da görmesi için reklam veriyoruz ve baya etkili oluyor gerçekten. Onun dışında Content Marketing yapıyoruz. Ben Linkedin’i aktif bir şekilde kullanıyorum. Zaten bugüne kadar tüm müşterilerimize Linkedin üzerinden ulaşmış olabiliriz. Orada çok büyük bir değer üretiyor.

RADAAR: Teşekkürler. Sosyal medya özelinde de şu an için sizin açınızdan en önemli platform hangisi sizce? En çok etkileşim ve geri dönüş hangi ağlardan alıyorsunuz?

Dilara Bostancıoğlu: Şu an için TikTok diyebilirim. Yani Teamfluencer üzerinde TikTok çok etkili oldu; ama onun dışında TikTok’ta hala bir “cringe” algısı var ya da bir önyargı var. Onu zaten TikTok da aşmaya çalışıyor, TikTok Türkiye ekibi de uzun bir zamandır bunun için çalışıyorlar ve bence ilerleme katettiler. Yani markanın isteklerine göre değişir bu durum. Mesela B2B Marketing yapan markalar için Linkedin’i önerebilirim. Linkedin çok iyi bir mecra o konuda, çok büyük değer üretiyor. Onun dışında Instagram çoğu marka için, genel olarak bütün markalar için Instagram da doğru bir yer; çünkü ulaşmak istedikleri spesifik kitlelere ulaşabiliyorlar. TikTok da yapılan yatırımın geri dönüşünün çok yüksek bir şekilde alındığı bir platform diyebilirim; ama benim kişisel olarak en çok kullandığım platform Instagram.

RADAAR: Anladım. Peki Influencer Pazarlama’nın ve Teamfluencer’ın geleceğini nasıl görüyorsunuz?

Dilara Bostancıoğlu: Daha önce dediğim gibi biz Influencer Pazarlama sektörünün büyümesinin nano-influencer’lar aracılığıyla olacağına inanıyoruz çünkü artık makro ya da mikro-influencer kısmı bir yere kadar geldi. Bundan sonra insanlar artık güvenini kaybetmeye başladığı için nano-influencerların, özellikle binlerce kişinin paylaşım yaptığı bir model, insanlar için daha güvenilir ve mantıklı bir yöntem olmaya başladı. Hem de markalar için yaptıkları yatırımın geri dönüşünün daha çok alındığı bir yöntem. Nano-influencer’lar aracılığıyla Influencer Pazarlama sektörünün büyüyeceğine inanıyoruz.

RADAAR: Çok teşekkürler. Dilara Hanım, tekrar bize zaman ayırdığınız için ve RADAAR:Talks’a misafir olduğunuz için teşekkür ederiz. Sizi ve Teamfluencer’ı yakından tanımak çok keyifliydi. Umarım siz de keyif almışsınızdır.

Dilara Bostancıoğlu: Ben de çok keyif aldım. Çok teşekkür ederim.

RADAAR: RADAAR: Talks’un bu bölümünü dinlediğiniz için çok teşekkür ederiz. Umarım sizler de keyif almışsınızdır. Diğer bölümlere Youtube veya Spotify, iTunes gibi podcast uygulamalardan da ulaşabilirsiniz. Önerileriniz için bizimle iletişime geçmekten çekinmeyin. Bir sonraki bölümde görüşmek üzere. Hoşça kalın!